Jose Saramago üzerine…
Bu yazı 31 Nisan 2020’de Cumhuriyet Gazetesi Kitap ekinde, 1 mayıs 2020’de Cumhuriyet.com.tr’de yayımlanmıştır.
http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/saramago-korlukte-gormedikleri-gormekte-gordukleri-1736249
Körlük’te Görmedikleri, Görmek’te Gördükleri Neydi?
İrem Uzunhasanoğlu
Portekizli yazar José Saramago, 7 Aralık 1998 tarihli Nobel Edebiyat Ödülü kabul konuşmasını bitirirken, Körlük romanını yazma amacına bir cümleyle değinir ve şöyle der: “Amacım okurlara yaşamı hor görürken mantığımızı sapkınca kullandığımızı, insan denen varlığın haysiyetinin her gün dünyamızdaki güç sahiplerinin hakaretine uğradığını, evrensel yalanın çoğul hakikatlerin yerini aldığını, insanın benzerine olan saygısını yitirerek, kendisine saygı duymayı bıraktığını hatırlatmaktı.” Saramago’nun bu vurgusu buzdağının sadece görünen kısmıydı, zira katman katman derinleşen roman, söz ve hatta imla oyunlarıyla çatallanan, toplumsal gözlemlerle bezenmiş, insan psikolojisinin tüm kuytularına girip çıkan bir anlatı harikasıydı. 1995’te kaleme aldığı Körlük romanına, 2004 yılında devam niteliğinde yazdığı Görmek de eklenince hikâyenin bir başyapıta dönüşmesi kaçınılmaz oldu.
Peki, Türkiye’de her iki romanın da bu kadar çok okunmasının, hele ki son günlerde okurların elinden dilinden düşmemesinin sebebi nedir? Yanıtı basit: Gündemimize bir gülle gibi oturan, çoğumuzu eve kapatan ve hatta bize eve kapanmayı bir ayrıcalık (!) saydıran Covid 19 salgını ile ülkemizde seyirci kaldığımız siyasi manzaranın bir benzerinin Saramago’nun kaleminden yıllar önce çıkmış olması. Tıpkı okuruna “Nasıl da günümüzü anlatıyor!” dedirten 1984’ün yazarı George Orwell gibi Saramago da yıllar öncesinden bize sesleniyor.
Körlük, tıpkı Covid 19’un tüm hayatımızı birkaç hafta içinde felce uğratması gibi, ölümcül bir virüsün aniden yayılarak insanları paniğe ve kaosa sürüklemesini anlatıyor. Trafik ışıklarında yeşil yandığı halde geçmeyen adamın aniden kör olmasıyla başlayan roman, daha sonra sırasıyla onu evine götüren adamın, eve gelen karısının, gittikleri göz doktorunun, doktorun sekreterinin ve muayenehanede bekleyen diğer hastaların da aniden kör olmasıyla ilerliyor. Hükümet, körlüğün bulaşıcı olduğunu anlar anlamaz, ilk kör olanları karantinaya alma kararı alıyor ve mekân olarak bir akıl hastanesi seçiliyor! İşte bundan sonrası tam bir hayatta kalma savaşı. Açlıkla savaşmak, tıkanmış tuvaletlere, akmayan sulara çare bulmak zorundalar. Bir süre sonra ölülerini gömmeyi bıraktıkları ve bedensel ihtiyaçlarını hijyenik koşullarda gideremedikleri için pis kokuyla boğuşuyorlar. Bu da yetmiyor, yan taraftaki “ahlaksızlar koğuşu”, gelen yemek sandıklarına el koyup, onlara kadın göndermedikleri sürece aç kalacaklarını söylüyor. Aç kalmamak uğruna bedenlerini feda eden ve tecavüze uğrayan kadınlar koğuşlarına ekmekle döndüklerinde artık romanda ciddi bir eşik atlanmış oluyor.
Ölümcül bir virüse yakalanmaktan daha kötü bir şey varsa o da bu virüse totaliter bir rejimin baskısı altında yakalanmak, çünkü baskıyla rejim de virüs gibi kendini dayatarak bedenlerde, zihinlerde, dilde üreyip çoğalıyor. “Sosyal mesafe” giderek kapanırken sıkışma kör bir şiddet doğuruyor. Körlerin pek çoğu askerler tarafından vurulup öldürülüyor. Karantinadan kaçmayı başaranları ise belirsizlikle birlikte sokaklarda çok daha çetin şartlar bekliyor; çöpleri eşeleyip yiyecek arayan insanlar, yağmalanmış raflar, cesetler, cesetleri parçalayan aç hayvanlar… Her yönüyle sistem çökmüş olsa da insanlar evlerine dönmek istiyor; ev bir sığınak onlar için… Ta ki simgesel açıdan bu en korunaklı ve en mahrem yerin yağmacılar tarafından ele geçirildiğini görene kadar. Ev, uyanılan bu cehennemde bir kapana dönüşüveriyor!
Romanda görme yetisini kaybetmeyen bir kadın var. Kadim gelenekten gelen bu bilge kadın, şifacı dişi arketipi, Saramago’nun kaleminde tüm olağanlığı içinde kahramanlaşıyor. Ölümcül ve bulaşıcı virüsle birlikte beşeriyetin irtifa kaybettiği toplumda kişisel özellikler, kazanımlar, eğitim ve gelir durumu önemini kaybediyor. Sosyal ve ekonomik olarak “düzlenen”, fiziksel kuvvetin, direncin ve dayanıklılığın öne çıktığı bu yeni düzende, güçlünün güçsüzü ezmesi ve toplumsal çürüme ayyuka çıkıyor.
Görmek romanı da bu olayların dört sene sonrasında, aynı isimsiz şehirde, aynı isimsiz kahramanlarla anlatılırken Saramago bu kez bir insanlık dramına değil, kendiliğinden gelişen bir politik tavır alışa vurgu yapıyor. Genel seçim gününde on dört numaralı sandık başkanının görevinin başına geçmesi, ancak hiçbir vatandaşın oy vermeye gelmemesiyle başlıyor roman! Seçimlerin tekrarlanmasına rağmen oy pusulalarının yüzde seksen üçü sandıktan boş çıkınca, seçmen hükümetin elindeki tüm imkânlar ve aygıtlarla yarattığı baskı iklimine maruz kalıyor. Olağanüstü hal ilan edilmesi, tecrit, gizli servis ve muhbirlerin iç ve dış düşman arayışı, “boş” kelimesinin bile yasaklanması, patlayan bombalar ve en önemlisi demokratik hakkını kullanıp boş oy atan her bir seçmenin “terörist” damgasını yemesi romanın ana gövdesini teşkil ediyor.
“Beyaz körlük” ya da “süt beyazı” olarak tarif edilen körlük, ikinci romanda beyaz, boş bir oy pusulasına dönüşüyor. Yazara göre ikisi de birer salgın! Ama her iki salgın, her iki felaket de, belirsizlik ve düzensizliğin yarattığı şiddete ve kaosa rağmen, gelecek adına umutlanmamızı sağlayan; cesaret, korku, şefkat gibi insan doğasının en temel duyguları içinden bir direnişin, hiç değilse bir kıpırdanış ve uyanışın filizlenmesine yol açıyor. Saramago insanlığı önce dibe vurdurup sonra da küllerinden doğan Anka kuşu misali yeniden yükseltiyor.
Körleşen insanoğlu kendi gerçeğiyle yüzleştikten sonra yeniden ayakları üzerinde yükseliyor. Hükümetlerin baskıcı uygulamalarına, toplumun bağrındaki çürümüşlüğe, maddi ve manevi kayıplara rağmen yaralar sarılıyor. Her şey aniden başladığı gibi aniden bitiyor. Ne diyordu Nobel Komitesi, Saramago’nun ödülü alma gerekçesinde, “hayal gücü, şefkati ve ironisiyle anlaşılması en zor gerçekliği anlamamızı sağladığı için…” Sıkı bir Saramago okuru olarak şunu da eklemek istiyorum: “kucağımıza bir tutam umut bıraktığı için.”
Evlerimizde kaldığımız Corona günlerinde umudunuzu asla yitirmemeniz dileklerimle…
Comments are closed here.