Goethe üzerine…

Bu yazı 22 Mart 2018’de Evrensel Gazetesinde yayımlanmıştır.

https://www.evrensel.net/haber/348299/isik-daha-cok-isik

 

“Işık, daha çok ışık”*

 

Alman Edebiyatı’nın en önemli şairlerinden biri kabul edilen Johann Wolfgang Von Goethe; binden fazla şiirin yanı sıra, Avrupa’nın en önemli romanlarından sayılabilecek üç esere ve iz bırakan tiyatro oyunlarına imza atmıştır. Goethe’nin şiirleri halen Avrupa’da en çok şarkısı bestelenen dizeler olmakla birlikte, kendi çocukluğunu ve seyahatlerini anlattığı otobiyografik anlatıları ve hatta biyoloji, botanik gibi dallarda yazdığı bilimsel makaleleri de halen beğeniyle okunmaktadır. Kaydı alınmış onlarca söyleşisi, yirmi bine yakın mektubu vardır. Bu üretkenliğiyle birçok edebiyatçıya, filozofa ve bilim insanına taş çıkartan Goethe, 1749 ve 1832 yılları arasında yaşamış ve seksen üç yıllık yaşamının altmış yılını Avrupa’nın en ünlü yazarı olarak geçirmiştir. Goethe’nin biyografisini kaleme alan Nicholas Boyle’un kendisi için “Onun hakkında daha çok şey öğrenmeliyiz, onu herhangi bir insandan daha fazla tanımaya ihtiyacımız var”demesi boşa değildir. Yirmili yaşlarında konuşulmaya başlayan Goethe, o gün bugündür Alman tarihinin en dahi adamlarından biri olarak kabul edilir. Çağdaşları onu bir şifacı ve kurtarıcı gibi görürken; eleştirmenler de modernizmi benimsemiş yazarlarda olmayıp da Goethe’de olanı fark etmişti: bilgelik ve öngörü. Onun insana dair her türlü yarayı ve zafiyeti okuyabildiğini iddia ediyorlardı.

Avrupa’nın önemli kültür ve edebiyat akımlarından biri olan Weimar Klasisizmi; Goethe’nin eserleri üzerinde yükseliyordu. Romantizm, Klasisizm ve Aydınlanma Devri’nin düşüncelerini alıp sentezleyen bu akım insanlık kavramını, antik kültür anlayışını, iyiliği, hümanizmi ve etik değerleri ön planına alırken Goethe hem Almanya’da hem de Avrupa’da bu akımın temsilcisi olarak kabul edilmişti. Aynı zamanda “Sturm und Dang” olarak adlandırılan “Fırtına ve Coşku” akımının da temel yapıtlarını vermiştir.

Frankfurt’ta burjuva bir ailenin oğlu olan Goethe’nin erken dönem edebiyatına baktığımızda, 1765’te aşk şiirlerinden derlediği “Arnette” isimli şiir kitabını ve ardından da Leipzig Şarkıları isimli on şiirlik derlemesiyle karşılaşırız. Erken döneminde gelen şiir aşkı Goethe’yi önce melankoliye ve ardından da Genç Werther’in Acıları (1774) eserini yazmaya götürmüştür. Werther’in Charlotte’a duyduğu umutsuz aşk sonucu intihara karar vermesi, okurların da kendilerini Werther’le özdeşleştirip intiharına sebebiyet verirken, Goethe’nin bir sonraki eserine dair de bir ışık yakacaktır. Werther’in umutsuzluğa kapılmasını sağlayan aşk değil, bencilliği ve öznelliğidir. Spinoza’nın, Rousseau’nun fikirlerinden de etkilenen Goethe varoluşçu düşünceyi zihninde iyice geliştirecek ve bu yol onu Faust’a kadar götürecektir. 1786 yılında yaptığı İtalya seyahati onun içindeki şiir aşkını alevlendirecek ve Roma Ağıtları isimli şiir kitabını ve ardından da Herman ve Dorothea isimli epik destanı yazacaktır.

Goethe’nin, 1800’ler sonrasında, ilerleyen dönem şiirlerine geldiğimizde ise yoğun bir Doğu şiiri etkisiyle karşılarız. Doğu yolculuğu ve oryantalizm merakı gençliğinde aldığı İbranice dersleriyle başlamış, ardından merak sardığı Fars şiiriyle devam etmiştir. Rumi’nin ve Hafız’ın şiirlerini hayranlıkla hatmeden Goethe, eserlerinde Doğu imgelerine ve tasavvufi düşüncelere yer vermeyi de ihmal etmez. “Hâfız” olarak tanınan İran şiirinin ünlü ismi Şemsü’d Din Muhammed Şirazi’nin “Divân” eserini keşfettikten sonra ona hayran olan ve uzun süre üzerine çalışan Goethe bu sayede Doğu felsefesine de yaklaşabilmişti. Hâfız’ın Divan’ın dan feyz alarak dev eseri “Doğu-Batı Divanı” nı kaleme almıştı. Eserin ilk şiirinde Hafız ve Goethe konuşması yer almaktadır. Bu vesileyle aralarında bir dostluk kurulmuştur. İkinci şiiri Şikayet’te ve üçüncü şiir Fetva’da, Hâfız’ın mistisizmi tüm dizelere yayılmış, onun sadece dünyanın güzelliklerine terennüm eden bir şair değil aynı zamanda öbür dünyaya hazırlanan ve iç özgürlüğünü kazanmış bir şair olduğunu göstermektedir. Ve şiirler akar gider. Yusuf ile Züleyha’dan, cennetten, Allah’ın isimlerinden, kadından, şaraptan ve daha bir çok konudan bahseder. Kitap toplam on iki bölüm ve iki yüz elli şiirden oluşur. Çoğu yerde kendisini Hâfız’a benzeten Goethe, “İsterse bütün dünya batsın! Hafız, seninle ancak çıkmak isterim yarışa ben” ve“ikizin olmak isterim senin”diyerek kendini onunla ne kadar özdeşleştirdiğini anlatır. Hâfız-nâme’nin son şiiri ise direkt Hafız’a ithaf edilmiştir, “An Hafıs” isimli şiir on dört dizeden oluşur. “Galiba sana benziyorum Hâfız” diyerek onunla konuştuğu dizelerde “inancın bu haliyle huzur buldum ben”diyerek kendi Hıristiyanlığını, Hâfız’ın Müslümanlığıyla özdeşleştirir. Yıllarca Batılı yazarların Doğu’yu anlamadığını ve Doğuluları sadece “egzotik” ve “mistik” olarak tanımladıklarını göz önünde bulundurursak Goethe’nin bu şiirleri sayesinde Doğu ve Batı arasında da bir köprü görevini gördüğü aşikârdır. Goethe, “İnsan, kendini yalnız insanda tanır” derken dört yüz yıl arayla dünyaya gelmiş olmalarına rağmen, Hafız’ın eserleri üzerinden kendini tanımış olması da buna dahildir.

Kısacası Goethe, ona şaheserler yazdıracak kudreti Hâfız’da bulmuş ve onun ilmini, irfanını, hayat görüşünü ve Allah inancını benimsemiştir. Bu da onun yeni bir “Divân” daha yaratmasına yardımcı olmuştur.

Ölümünden kısa bir süre önce tamamlayabildiği Faust ise Goethe’nin hayatının ve düşüncelerinin bir özeti niteliğindedir. Faust, aslında Alman efsanesinin bir karakteridir. Şeytanla anlaşma yapmaya sürüklenen bu karakter Goethe’nin eserinde de benzer şekilde karşımıza çıkar. Ortaçağ döneminde Leipzig’de geçen hikâyede Heinrich Faust, ikilemde kalmış ve hayatı yeterince yaşayamadığına kanaat getirmiştir, kendini bu ruh durumundan kurtarmayı başarırsa ruhunu şeytana satacağına söz verir ve bir anlaşma yaparlar. Faust bu yolculuk süresince aklı ve bilgisiyle şeytana direnir. Hayatındaki tüm başarılarını bu eserinde toplayarak iyice devleşen ve okuruna son selamını veren Goethe, 1832 yılında hayata veda eder.

Goethe’nin ölümünden önce söylediği son sözleri ise “ışık, daha fazla ışık” tır. Aslında görme sıkıntısı yüzünden yardımcısından panjuru açmasını istemektedir fakat hayatı boyunca ışığı kovalamış olan bir ozana, alegorik olarak da epeyce anlam taşıyan böylesi bir veda pek yakışır. *