Röportaj/ irem Uzunhasanoğlu
http://www.karar.com/hayat-haberleri/aglamadik-acimizi-kimse-duymadi-149677#
Yazar İrem Uzunhasanoğlu, mübadele yıllarında Yunanistan’dan Anadolu’ya göç eden 600 bin Müslüman Türk’ün anısına bir roman yazdı. Kitapta ağıt yakmadığı ve acısını belli etmediği için sesleri şimdiye kadar çok duyulmayanların öyküsü var…
ÜRÜN DİRİER
Göç ağrısı, yer ağrısı, yurt ağrısı, toprak ağrısı çekendi onlar. Gitmeyi sessizce kabullenenlerdi. Kimi zaman kolyenin ucunda kalan bir fotoğrafa, kimi zamansa Ege Denizi’nin öteki ucuna baka baka dalıp gidenlerdi. 1923 Lozan Anlaşması’nın ardından gerçekleştirilen mübadele ile Yunanistan’dan Anadolu’ya göç eden muhacirlerdi. Her göçün her acının hikayesi anlatıldı, sayfalarca yazıldı. Ama onlarınki ne yazıldı ne de anlatıldı. Hatta Yaşar Kemal ‘Bir Ada Hikayesi’ dörtlemesini yazana kadar mübadeleyle ilgili neredeyse tek satır bile yoktu. Çünkü ağlamazdı Rumeli insanı, ağıt yakmazdı. Tefekkür ve tevekkül ederdi, acısını belli etmemek için gülümser, mazinin tatlı anılarını anlatırdı yalnızca zeytin ağaçlarının gölgesinde…
‘KÜÇÜK ASYA FELAKETİ’
Yazar İrem Uzunhasanoğlu, 70-80 yıl neredeyse hiç anlatılmamış mübadele hikayelerini anneannesinin hatıralarından yola çıkarak romanlaştırdı. Epsilon Yayınları’ndan çıkan ‘Gitme, Gül Yanakların Solar’ isimli romanı yazarken neredeyse hiç yazılı kaynağa ulaşamadığını söyleyen Uzunhasanoğlu, “Mübadelede Anadolu’dan Yunanistan’a göç eden Rumlar yaşadıkları her şeyi yazmış. Onlar ‘Küçük Asya felaketi’ diyorlar bu göçe. Biz ise maalesef sadece büyüklerimizden duyduklarımızla bir şeyler yazmaya çalışıyoruz şimdi” diye konuşuyor.
Serez ve Midilli’den göç ederek Edremit’e yerleşen göçmen bir ailenin dördüncü kuşak üyesi olan Uzunhasanoğlu, kitap yazmaya karar verişini “Anneannemin annesi henüz 29 günlükken göç etmiş ve 7 yaşında hem öksüz hem yetim kalmış. Bunu öğrendikten sonra roman kafamda şekillenmeye başladı” sözleriyle anlatıyor.
Kitapta adı geçen dört kadının da müşterek kaderi olan yolculuklar, bavullar, mektuplar ve acılar her şeye rağmen umutla birbirine bağlanıyor. Nafia Hanım’la başlayan hikaye, Mediha ve Leman ile devam ediyor. Uzunhasanoğlu, mubadillerin 1910’larda Yunanistan’da başlayan zorunlu göç hikayesini, oradan oraya sürüklenen annelerin gözünden anlatarak tarihle aramızdaki mesafenin o kadar uzak olmadığını hatırlatıyor.
PİŞMEMİŞ BİR EKMEK KARŞILIĞINDA ELMAS YÜZÜK
Romanı konuşmak üzere anneanne Leman Atamer ve torun İrem Uzunhasanoğlu ile bir araya geldik. Kendimizi birden anneannenin çocuklukta hafızasına kazınan hikayelerin içinde bulduk. İşte Atamer’in anlattığı anılar:
“Babaannem hep uzaklara dalardı. Ne düşünüyorsun diye sorardım. Zamanında kimdik şimdi ne olduk diye sigara içip dağlara bakardı. Hacı Eyüpağa’nın kızıymış. Çok zenginlermiş. Edremit’te halktan hiç yardım görmemiş göçmenler. Fırından bir pişmemiş ekmek alabilmek için babaannem bir elmas yüzük verdiğini anlatırdı hep…”
“16’sında göç eden babam Edremit’te bir ayakkabıcıda çalışmaya başlamış. Bölgedeki Yunan askerlerini korkutmak için geceleri duvarlara ‘Mustafa Kemal’in askerleri çok yakında geliyor’ diye el yazısıyla ilanlar hazırlayıp yapıştırırmış. Yunanlı komutan yapıştırıcının ayakkabıcılıkta kullanıldığını anlayınca bütün ayakkabıcıları toplamış. El yazısından dolayı babamı yakalamışlar. Babaannem mücevherlerini dağıtmış hep babamı kurtarabilmek için. Sonunda da kurtarmış…”
“Babaannem Yunanlı askerlerin konuşmalarını duyup korkup eve kaçarmış. Bunların hepsini keseceğiz diyorlarmış.”
“Dedemler çok büyük zenginlikten göç ile birden büyük yoksulluğa düşmüşler. Dedem ticaret yapıp biraz para kazanabilmek için Midilli’ye gitmiş. Kazanmış da para. Dönüşte Yunan askerleri bütün parasını almış, Mustafa Kemal’in askerlerine silah yardımı yapacak diye. Kuvayi Milli’ye yardımdan bir sürü kişiyi tutuklayıp bir bodruma hapsediyorlar Edremit’te. Sonra çeteler ve efeler Burhaniye tarafından çalılarla tozlu toprakları süpürmeye başlıyorlar. Yüzlerce kişi toprak yolda toz kaldırıyor. Karşıdan bakan toz dumana katılmış, atlılar geliyor sanır. Bir taraftan da Mustafa Kemal geliyor diye laf yayıyorlar. İşte Yunanlıları denize böyle döktüler. Askerler gelmeden 3 gün önce kaçmaya başlamış zaten Yunanlılar toz duman görünce. Dedem bodrumdan çıkınca bir bakıyor ki Yunan askerin yediği karpuz bile çatalı üzerinde ortada duruyor. Öyle aceleyle kaçıp gitmişler tozları görünce.”
Comments are closed here.