Bir Doğu Masalı/ Özgür Topraklar
Hindistan gezimin ilk gününü hatırlıyorum, Delhi’ye iner inmez otobüsle Agra’ya geçişimizde ilk kez Hindistan trafiğiyle karşılaştığımız o ânı… Kimsenin kurallara uymadığı, kornaya basmamanın değil “basmanın” kural olduğu estetik bir keşmekeş, sokaklarda sıska inekler, üstünde başında kıyafet olmayan ama yine yüzleri gülen insanlar… Orada kaldığım süre boyunca birkaç sokak düğününe katıldım, bir ailenin evine konuk oldum, bir tapınakta çelik kovalardan yemek dağıttım, cenaze ritüellerini izledim… Gördüğüm, bildiğim, tanıdığım birçok şey altüst olmuştu, adeta kültür çarpması yaşamıştım. Hindistan fazla uzağımızda sayılmazdı ama aşina olmadığım devasa bir kültürle karşılaşmak beni daha çok Hindistanlı yazar okumaya teşvik etti. Yıllar içinde Kiran Desai, Anita Desai, Salman Rushdie ve Arundathi Roy gibi yazarları okumuştum ama hepi topu bu kadardı. Ben daha çok okumayı dilerken yaşayan Hindistanlı bir yazarın çevirmeni olacağımı bilmiyordum. “Ne yani bize çevirdiğin kitabı mı anlatacaksın?” dediğinizi duyar gibiyim, metnin ruhuna dokunmuş ve ona en çok yaklaşabilmiş biri olarak yazıyorum bu hafta köşe yazımı.
Hindistanlı yazar Neel Mukherjee’nin geçtiğimiz sene Booker ödülüne de aday olan romanı Özgür Topraklar Timaş Yayınevi etiketiyle raflardaki yerini aldı. Senelerce Britanya’nın sömürgesi olduktan sonra özgürlüklerini ilan eden bir ülkede özgürlük sonrası dönemin anlatıldığı romanda; kast sisteminin, sınıfsal farkların ve en önemlisi de zengin-fakir ayrımının işlevsizliği, olmazlığı çarpıcı detaylarla vurgulanıyor. Açlıkla, susuzlukla ve sefaletle boğuşan insanların medeniyetten yoksun bir ülkede yaşadıkları hayatta kalma mücadelesini konu alıyor. Roman beş öyküden ibaret, beşi de bir noktada birbirlerine bağlanıyor ya da bağlanmayabiliyor ama her biri ülkenin kast sisteminin bir kademesini anlatması açısından bir masalı bütünlüyor.
Birinci öyküde Amerikalı bir kadınla evli, çocuğu batı kültürüne asimile olmuş bir adamın yıllar sonra kendisini bile turist gibi hissettiği ülkesine çocuğunu getirmesini konu alıyor. Ekber’in sarayını çocuğuna gezdirirken kültür yabancılaşması yaşayan bir karakterle karşılaşıyoruz. İkinci öyküde yine bir batılılaşma öyküsü anlatılıyor, okumak için İngiltere’ye gönderilmiş, sonrasında oraya yerleşmiş genç adamın senede bir yaptığı aile ziyaretlerini konu alıyor. İngiltere’de bir yemek kitabı çıkarmak istediği için evlerindeki aşçı Renu’yla yakın ilişki kurmaya çalıştıkça kast sistemine liberal bir şekilde karşı çıktığı için annesi tarafından eleştiriliyor. Kuralları daha da delip Renu’nun yoksul ailesini ziyarete gidiyor, uçurumlar iyice derinleşiyor. Üçüncü öyküde bir ayı oynatıcısı Lakshman’ın hayatı konu alıyor. Ailesinin günlük bir yumurta yeme ihtiyacını bile karşılayamayınca ayı Raju’yla kendisini yollara vuran zavallı bir adam… Dördüncü öykü de ise ikinci öyküde bahsi geçen temizlikçi Milly’nin çocukluğundan temizlik işlerine girene kadarki hayatını okuyoruz. Milly’nin sekiz yaşında okulundan alınıp uzak bir şehre temizliğe gönderilişi; en yakın kız arkadaşının da Maocu Gerilla örgütüne katılarak ormana kaçması… Beşinci ve son bölümdeyse birinci bölümde bir detay olarak okuyup geçtiğimiz bir inşaat işçisinin hazin sonu anlatılıyor.
Yazar yer yer deneysel bir metotla olay örgüsünü çıkarıyor, yer yer noktalama ve imla kullanmıyor. Bize beş farklı doğu masalı sunarken aslında her biri tek bir masalın sıkı sıkı örülmüş ilmeklerine dönüşüyor. Post-Kolonyal dönem yazarlarından olan Mukherjee’nin romanını kâh hüzünlü kâh melodramatik bir Hint masalı okumak isteyenlere tavsiye ediyorum.
Comments are closed here.