Bir Avangart Tiyatro yazarı olarak Vaclav Havel
Bu yazı ilk defa 30 Ocak 2018’de Gazete Duvar’da yayımlanmıştır.
Vaclav Havel gibi çok yönlü birinin hangi özelliğini anlatırsak anlatalım bir diğeri eksik kalacak zira kendisi hem pek çok sanat dalında eserler vermiş hem de politika hayatında aktif hizmet vermiş ünlü bir siyasetçi, düşünce adamı, sanat insanı ve Çek aydınıdır. Ama en çok da tiyatro yazarı! Avangart tiyatro akımında değerlendirilen eserleri günümüze kadar uzanmış, oynandığı her ülkede ses getirmeyi başarmıştır. Havel 1936-2011 yılları arasında yaşamış, 1993’ten 20013 yılına kadar Çek Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığını üstlenmiş hatta Çek Cumhuriyetinin ilk cumhurbaşkanı olma özelliğine de sahiptir. Politikacılığının beğenilme sebeplerinden en başta geleni Doğu Bloğu ülkelerinde kan dökülürken, o ülkesini kansız sıyırmayı başarmış ve barışı sağlamıştır. Kendisini sadece barışa ve sanata adamış olan Havel’in yirmi beş tiyatro eseri ve sayısız denemesi bulunmaktadır. Asıl eğitimi tiyatro olan Havel’in en meşhur oyunlarından biri 1963 yılında yayımladığı, dilimize de “Bahçe Partisi” olarak çevrilen “Garden Party” dir. Bunu 1965 yılında yazdığı “Memorandum/ Bildirim” ve 1984’te yayımladığı “Largo Desolato/ Büyük Yalnızlık” takip eder. Olga’ya Mektuplar isimli anıları ve politika üzerine yazdığı sayısız denemeleri de tüm dünyada okunur. Havel’in Amerika’da yaygın bir şekilde okunmasını sağlayan oyunu, dilimize de Bildirim olarak çevrilmiş olan “The Memorandum” dur. Prag’ın Balustrade tiyatrosunda sergilenen ikinci Havel oyunudur. 1968’de ise Amerika’da Shakespeare Festivali’nde görücüye çıkmış, 1977’de ise Londra’da gösterilmiştir. New York’taki Public Theatre’da uzun süre oynanan oyunu ona farklı kıtalarda ün getirmiş olmasına rağmen, yazar politik sebeplerden dolayı dört yıl hapis yattığı ve sonrasında da ülke dışına çıkarılmadığı için ne yazık ki sergilenen oyunlarını görememiştir. Bildirim, New York’ta en iyi yabancı off-Broadway oyunu seçilir ama bu ün onun pasaportuna el koyulmasına sebep olur ve oyunlarının hiçbiri bir daha Çekoslovakya’da sergilenemez.
Kendi ülkesinde de oyunları yasaklanmış olmasına rağmen kendisi anti-militarist ve hümanist yapısını korumuş ve sivil muhalefetine yazarak devam etmiştir.
Havel tiyatrosu ağırlıklı olarak Absürdist Tiyatro geleneğinin üzerinde yatar. Dilin, otoritenin problematik sorunuyla ve varoluşçulukla ilgilenir. Dilin nasıl olup da anlamsız ve tiran bürokrasilere hizmet edebileceğini anlatır. Şimdi Havel oyunlarının en ünlülerinden biri olan, dilimize de Vaclav Havel Toplu Oyunları başlığıyla Mitos Boyut Yayınevi tarafından kazandırılan Bildirimoyununu biraz daha yakından inceleyelim.
Bildirim, Komünizm etkisi altındaki Doğu Bloğu ülkelerinden birinde geçer. Oyun bürokrasinin absürtlüğünün üzerine basarken aynı zamanda güç dengeleri üzerine kuvvetli yorumlarda bulunur. Absürt tiyatronun örneklerinden biri aynı zamanda da bir hicivdir. Uydurulmuş ve anlaşılması güç bir dilin insanlar ve insan ilişkileri üzerindeki etkilerini anlatır, güç dengelerine değinir. Oyunun en başında bürokratik işlerin yürütüldüğü ofise bir bildiri gelir. Bildiride, artık var olan dilin değil de ‘Pitidapça’ isimli yeni dilin getirildiğini ve bundan böyle tüm bürokratik yazışmaların Pitidapçayapılacağını emreder. Fakat bir sorun vardır çünkü kimse bu dili bilmemektedir. Bu anlamsızlık ve absürtlük biraz Beckett’ın oyunlarına benzer. Ortaya kullanılması mecbur olan bir dil atılmıştır fakat kimse bir türlü bunun altından nasıl kalkacağını bilemez ve oyun böyle absürtlüklerle devam eder. Josef Gross ofisin müdürü, Jan Balas ise müdür yardımcısıdır. Ofise girip günaydınlaşırlar. Tüm oyun boyunca sadece saçlarını tarayan ve defalarca kez “süt almaya gidebilir miyim?” diye soran sekreter Hana onlara bir mektup gösterir ve, “Bu çok önemli bir resmi bildirim müdür bey” der. Gross bu yeni dil hakkında bilgisi olup olmadığını herkese sorar, kararı kimin verdiğini soruşturur fakat olayları bir türlü anlamlandıramaz, büro yazışmaları değişecek, terimler yeni baştan düzenlenecektir. Bir yerde “bizi deney fareleri gibi kullanmalarına izin veremeyiz” diyerek cılız bir ses çıkartır. Daha sonra bir Pitidapçasemineri ve çeviri merkezi açılmış olduğunu öğrenir fakat burada da kimse dili bilmiyordur. Balas ise ona “sizin karşı çıkacağınızı biliyorduk, onun için her şeyi oldubittiye getirdik”der.
Gross ise savaşmaya devam eder; “Ben hümanistim, insana değer veririm. Bu büronun yönetimi üzerindeki düşüncelerim her memurun insan olduğu savına dayanıyor. Ama ulusal kültürün yüzlerce yıllık geleneğinin oluşturduğu dili onun elinden alırsak, insanlığını da elinden almış oluruz. Kişiliksizliğin pençesine atmış oluruz onu. Bu nedenle Pitidapçanın üretilmesine kesinlikle karşıyım”dese de bir işe yaramaz.
Artık kimse onu tanımaz ve ilgi göstermez. İşte burada Kafkaesk öğeler devreye girer. Tüm o anlamsızlık, işlevsizlik ve kaybolmuşluk Kafka’nın Dava’sını ve Beckett’ın Vladimir ve Estragon’ununu anımsatır. Oyunun başında ayakkabısını bile tek başına bağlamayan Beckett karakterleri nasıl birbirlerine muhtaçsa burada da insanlar aciz ve birbirine bağlıdır.
Havel aynı zamanda yoğun bir şekilde hükümeti de eleştirmektedir. Dayatılan yeni rejimin anlamsızlığını savunurken, tutmadığı takdirde üst düzey yetkililerin sahneden çekileceğini ve tüm yükü işçi sınıfına yükleyeceğini anlatmaya çalışır. Ve bu uyduruk ve dayatma dil üzerinden mesajını yineler
Uydurulmuş ve dayatma olan akımlar, dinler, rejimler öğrenilememeye ve kaybolmaya mahkumdur.
Oyunun genelindeki anlamsızlık, bize Kafka’nın Dava’sında Joseph K’yı tevkif etmeye gelen memurların, neden ettiklerini bilmediklerini söyleyince ortaya çıkan anlamsızlığı hatırlatır. Oyun kendi içinde bir kısır döngüde devinip durur. Oyunun sonunda ise yanlış yolda savaş verdiğini söyleyen insanlar bunca zaman ne uğruna savaştıklarını bilmek isterler. Burada Havel işçi sınıfının yıllarca ne için savaştığını bilmek istemesini anlatır. Hükümetler değişip güç el değiştirdikçe ezilen tek sınıfın işçilerdir Burada George Orwell’in “Hayvan Çiftliği” isimli romanını anımsarız. Hayvanlar bir rüzgar santrali için senelerce çalışır, didinir ve hatta aç kalırlar. Yaptıkları santral yıkılır ama onlar yılmadan yeniden inşa ederler. Enerjilerini sadece yük taşımaya verip gözleri hiçbir şey görmez bir halde ahırlarına dönüp yarı tok mideyle sızar kalırlar. Bu esnada bazı domuzlar Viski değiş tokuşu yapıyor, keyifle yumuşak yataklarında uyuyordur.
Gross oyunun en başından beri defalarca kez tekrarladığı “keşke küçük bir çocuk olsaydım, her şeye yeni baştan başlayabilseydim” cümlesini son kez tekrar eder, Balas da ona “Gene de aynı sonucu alırdın, çünkü değişen bir şey yok”der. Kayasını yuvarlayan Sisifos’un kaderini anımsarız tam da burada. Başkarakter Gross da Sisifos’a bir gönderme yapmayı ihmal etmez ve “Tıpkı Sisifos gibiyiz. Yaşamı ağır bir kaya parçası gibi hayaller dağının tepesine itiyoruz ki oradan kendi kendine yeniden anlamsızlıklar vadisine geri yuvarlansın”der.
Oyun bittiğinde aklımızda kalan ana temalardan biri dilin gücü diğeri ise benliğini yitiren insan olur. Hayatın anlamsızlığı, gücün dengesi de diğer tartışılası temalardandır. Bu oyunda insan dili değil, dil insanı kullanır. Bir nevi otorite olan dil bu oyunda bir anlaşma aracı olmaktan ziyade otoriteye ve bürokrasiye hizmet eder. İşlerin kolaylaştırılması için üretilen bu yeni bürokratik dil birden insanların hayatına atom bombası gibi düşer ve kolaylaştırmak yerine zindana çevirir. Dil kendi kendini geliştirir ve artık kimse onu yakalayamaz, başlar ayak, ayaklar baş olur. Olaylar bir burgaç gibi kıvrıla kıvrıla bir açmaza girer. Gross insanların ana dillerini korumaları gerektiğini savundukça bu gerçekleşmez. Havel burada George Orwell’in “1984”romanında kurduğu dil olan Newspeak’ten de etkilenmiş olabilir.
Absürt tiyatro geleneğinin en önemli teması olan “kimliğini yitirme” ve “benlik kaybı” bu oyunda da şiddetle hissedilir. İnsanlar birbirlerini ezerek üste çıkmaya ve güç kazanmaya çalıştıkça kendi kimliklerinden uzaklaşır ve bambaşka varlıklara dönüşürler. Gross ikide bir “ben hümanistim” der, kimliğinden uzaklaşmadan sakin kalabilen tek karakter odur. Diğerleri çaresiz ve zavallı bir halde devinirken o elindeki yangın tüpünü hiç bırakmaz. O, onun otokontrolüdür, ateşi harlamak yerine hafifletenidir. Böylesi ağır bir obje kullanması okura Sisifos’un kayasını anımsatır. Tüm oyun boyunca onun yükü de bu söndürücüdür.
Diğer karakter Balas ise kişilikler arası geçişler yapar, kendinden ödün verir, güç uğruna insanları çiğnemekten geri durmaz. Onları aşağılar, oyuna getirir, ispiyonlar. Kişiliğini satmış bir casustur. Diğer karakterlerin de hepsinin titri vardır ama tamamı işlevsizdir.
Varoluş sorunu da tüm oyuna itinayla yedirilmiştir. Karakterler kurtulmak istedikçe kendilerini absürt bir anlamsızlığın içinde bulurlar. Gross’un oyun başında bir deney faresine atıf yapması boşa değildir çünkü o çarkının içinde anlamsızca döner durur. İnsan da tıpkı o fare gibi yol kat ettikçe aynı anlamsızlığa ve boşluğa geri dönen bir kısır döngü içerisindedir. Sisifos kayayı en yukarı çıkarır sonra da onun gerisin geri aşağı yuvarlanışını çaresizce seyreder. Havel burada umutsuz durumlarda kalmış karakterleri portrelerken yaşamın anlamsızlığına da bir atıf yapar. Korku, kaygı ve kimlik arayışı yazarın ana temaları haline gelir. Diğer yandan da bu arayışın verdiği bunalımın ve vurdumduymazlığın esiridir. Havel bu konu hakkında şöyle der: Modern insanın trajedisi hayatının anlamını daha ve daha az bilmesi değil, bunun onu gittikçe daha ve daha az rahatsız etmesidir. (New York Times)
Vaclav Havel bu oyunu yazdıktan yirmi yıl sonra oyuna eklediği önsözde şöyle der: Prag’da Bildirim oynanamadı, ancak Balas’ların bir daha hem de kaç kere, insanlığa ihanet etmeyeceklerine yemin edecekleri, Gross’ların Balas’ların arkasından bir daha gitmeyeceklerine söz verdikleri zaman oynanabilir. Dolayısıyla, yalnızca bir yurttaş olarak değil, ama yaşamı sınırlı bir insan olarak da tek dileğim var, bu oyundaki olayların Çekoslovakya’da bir daha hiç geçmemesi.
Yıllar sonra ise Kadife Devrimi’nde de önemli bir rol oynayacak olan bu oyun, yazarını Çekoslovakya Cumhurbaşkanlığına kadar yükseltecektir.
Son olarak, Havel; Paris Review’a verdiği röportajda sanatına ve kendine dair şunları söyler:
Ionesco, Beckett ve Genet beni çok etkilemiş yazarlardır ama en çok kim diye sorarsanız Kafka derim… Eğer Kafka o eserleri yazmamış olsaydı bunu onun yerine ben yapmak zorunda kalacaktım ki bu da nafile bir söylem, sanırım insanlar ne demek istediğimi anladı…
Kısacası, Havel bu oyununda yukarıdan baskıyla gelen bir kararın yıkıcılığını, baskıcı hükümetlerin anlamsızlığını, dilin yüceliğini, insanın var oluş sorunlarını, güç oyunlarını, anlaşılmayanın insanlar üzerindeki etkisini anlatır, sağlam ve oturuşmuş bir sistemi savunur. İronilerle dolu bu oyunda düzen oturmak için gelen ama her şeyi alaşağı eden bir hükümet eleştirilmektedir.
Absürt ve Avangart akımının öncülerinden olan Samuel Beckett ise Catastrophe/ Felaket isimli oyununu çok sevdiği Vaclav Havel’e adamıştır.
Ocak 2018
Comments are closed here.